24 Aralık 2010 Cuma

UÇURTMA AVCISI

     Uçurtma Avcısı, Khaled Hosseini adlı yazarın bir eseridir. 2006 ve 2007 yıllarında birçok ödül kazanmıştır. Bende bir arkadaşım sayesinde kitabı aldım ve okudum. Kitap; arkadaşlığı, dostluğu, sadakati, baba sevgisini, müslümanlığı ve ihaneti ele almış. Ve yazar bu temaları muhteşem şekilde okuyucuya aktarmış. Kitap başlangıçta Emir ve Hasan'ın arkadaşlığını anlatıyor gibi gözüküyor. Fakat sayfalar ilerledikçe işin rengi değişiyor. Emir ve Hasan aynı süt anneyi paylaşan ve babaları aynı olan iki kardeş aslında.. Yazar bunu kitabın başında okuyucuya hissettirmiyor ve bu gerçek Emir büyüdüğünde, Hasan ise öldüğünde bizlere aktarılıyor. Emir güçlü ve zengin bir iş adamının oğlu olarak hayatına devam ederken, Hasan ise O'nun hizmetkarı olarak hayatını sürdürüyor. Hasan, Emir için her türlü fedakarlığı yaparken, günün birinde Emir'in Hasan için böyle bir fedakarlık yapması gerekir. Fakat, Emir bunu başaramıyor, kısacası o zamanki dostuna (aslında öz kardeşine) ihanet eder. Bu ihanetin ardından kendini pişman hisseder ve babasıyla Amerika'ya gider. Orada evlenir, çocuk istemesine rağmen çocuğu olmaz ve günün birinde aldığı mektup onun hayatını değiştirir. Amcası, Hasan'ın oğlunun hayatını kurtarmasını ister, binbir güçlükle Emir, Hasan'ın oğlunun hayatını kurtarır. Ve Hasan da öldürüldüğü için Sohrab'ı evlat edinir. Böylelikle hem geçmişteki ihanetinin bedelini öder, hem de kendini rahatlamış hisseder.
    Uçurtma Avcısı, zengin bir kültüre ve güzelliğe sahip toprakların yok edilişini aşama aşama gözler önüne seriyor. Uçurtma Avcısı'nda anlatılan olağanüstü bir dostluk.. Bir insanın diğerini ne kadar sevebileceğinin su gibi akıp giden öyküsü. Ben kitabın anlatımını, işlediği konuları sevdim. Bu yüzden kitabı okumanızı tavsiye ediyorum.

17 Aralık 2010 Cuma

SAKLAMBAÇ

     Bu hafta Lısa Gardner'ın 2008 yılında New York Times Bestseller olan kitabı "Saklambaç"dan söz etmek istiyorum. Kitabı hemen hemen bir yıl evvel okumuştum. Kitabı gördüğümde, kitaba dair bir çok ayrıntıyı anımsadığımı fark ettim. Dolayısıyla bu hafta bu kitabı yazmaya karar verdim.
     Massachusetts'teki terk edilmiş bir akıl hastanesinin bahçesinde ortaya çıkan mumyalanmış altı cesetle kitap başlıyor. Bu başlangıç okuyucuların ilgisini çekmek için yeterli oluyor. Kitabın bundan sonrası bir anda bitiveriyor ve insan gerçekten bitmesini istemiyor. Bobby Dodge adlı dedektif, öleli ve toprak altına gireli yıllar olmuş bir katilin peşine düşüyor ve tek ipucu ölü bir kadının boynunda asılı. Annabelle Granger'in hayatı saklanmakla geçmiştir.Sürekli yollarda geçen çocukluğu yeni şehirler ve sahte kimliklerle birbirine karışmıştı. Ancak ailesinin neden ya da kimden kaçtığını asla öğrenememişti. Ta kki yerin altından üzerinde kendi isminin yazılı olduğu bir ceset çıkarılana kadar.. Dodge için Annabella esrarını çözmenin tek yolu vardır, eski sevgilisi D.D. Warren ile çalışmak. Kitabın sonuda bu katil Annabella'nın öz amcası çıkar, yeğenine tutku derecesinde bağlı olan adam diğer altı kızı da yeğenine benzediği için kaçırdığı kitabın sonunda ortaya çıkar.
    Gerilim yüklü açılış sayfalarından şaşırtıcı sonuna kadar temponun hiç azalmadığı Lisa Gardner en derin ve karanlık korkularımıza kadar iniyor. Ta ki saklanacak bir yer kalmayana dek... Benim severek, beğenerek okuduğum bir kitaptı, ilgi çekici ve sürükleyici anlatımı benim merakımı son sayfalara kadar ayakta tutmayı başardı. Bu yüzden "Saklambaç" tavsiye edeceğim kitapların başında yerini aldı.

10 Aralık 2010 Cuma

BİR GÜN

BİR GÜN; Davıd Nıcholls tarafından yazılan ve 2010 yılının Mayıs ayında piyasaya çıkan bir kitaptır. Bende kitap hakkında duyduğum olumlu eleştiriler sayesinde kitabı aldım. Aslında bir kitabı seçerken arkasında yer alan özet kısmını okumadan kitap almayı tercih etmem. Bu kitabın arkasında da özet olarak "Daily Mail" veya "Jenny Colgan" gibi saygın gazetelerin, dergilerin ve değerli yazarların görüşlerine yer verilmiş. Tabi her kitapta olduğu gibi çok güzel yorumlar yapılmış, kitap biz okuyuculara iyi bir şekilde anlatılmış. Bende her okuyucu gibi bu yorumlara aldanarak kitabı aldım ve okumaya başladım. Bu güne kadar okuduğum en kötü kitaptı diyebilirim. Kitapta sürükleyici bir anlatım kullanılmamış, konu açıkça bizlere anlatılmamış, her sayfa da başka başka olaylardan bahsedilmiş ve tüm bunların yanı sıra kitap bitiminde insanın aklında kitaba dair hiç bir fikir belirmemektedir. Ben kitabı bitirmekte oldukça zorlandım ve kitabı okumanızı kesinlikle tavsiye etmiyorum. Gerçekten bu kitaba ayırdığım vakti başka bir kitapta değerlendirmediğime kitap bitiminde oldukça pişman oldum. Sonuç olarak; "BİR GÜN" kitabı benim beğenimi kazanamayan bir kitap olarak kütüphanemde ki yerini aldı.

3 Aralık 2010 Cuma

ADI: AYLİN

   ADI: AYLİN Ayşe Kulin'in 1997 yılında piyasaya çıkardığı ve yaşanmış bir hayatı anlattığı kitabıdır. Fakat; günümüzde yeni baskıları da bulunduğundan kitap ilk çıktığı yıllardan daha fazla ilgi görmektedir.
   Kitap köklü bir ailenin kızı olan Aylin Devrimel'in fırtınalı yaşam öyküsünü anlatmaktadır. Kitap kısaca; Aylin'in Amerikan Kız Koleji'ni bitirdikten sonra, eğitimini tamamlamak üzere Paris'e gitti. Bundan sonraki yaşamı baş döndürücü bir hızla atlayarak geçti. Libyalı bir prensle evlendi ve prenses oldu. Fakat; bu evliliğinde mutluluğu yakalayamadı ve eşinden boşandı. Sonrasında Aylin çok istediği okul olan tıp fakültesini kazandı. Bu okul da kendisine yardımcı olan hocasıyla evlendi, fakat sonuç yine mutsuzluk getirdi. Bir kez daha  Micheal ile evlendi ve onla da mutluluğu yakalayamadı. Sonunda kendisini tamamen işine adadı. Amerikan ordusuna doktor sıfatıyla katıldı. Körfez Savaşı'nda ruh sağlığı bozulan hastaları tedavi etti. Bu görevi sırasında orduda ki askerlerin cesaretlenmek için aldıkları bir ilaç olduğunu anladı ve bu durumu yetkililere bildirdi. Fakat yetkililer bu durumdan haberdar olduklarını ve bunu görmezden gelmesini istediler. Aylin bu durumu kabullenemedi ve görevinden ayrıldı. Ve sonunda bir sabah hizmetçisi O'nu arabasının altında ölü buldu.
   Yazar Aylin'in başarılarla dolu hayatını oldukça açık bir dille ve gayet akıcı bir üslupta anlatmıştır. Benim fikrime göre; yazarın bu kitapları da diğer kitapları gibi okunmaya değer bir kitaptır.

26 Kasım 2010 Cuma

ŞEYTANIN SAĞELİ

  ŞEYTANIN SAĞ ELİ John Saul'un New York Times Bestseller olan muhteşem eseri... Bence bu kitap için "muhteşem" kelimesi yeterli değil. Şeytanın Sağ Eli kesinlikle bugüne kadar okuduğum en iyi kitaplardan biriydi, hatta en iyisiydi.
Evliliklerinin parçalanmak üzere olduğu noktada, Ted ve Janet Conway'e halalarından asırlık bir ev miras kalır. Conway'ler çocuklarını da alarak, ikinci bir şans yakalamış olmanın heyecanıyla St. Albans'a giderler. Önlerinde yeni bir hayat uzanmaktadır. Ne var ki, uzun zaman terkedilmiş duran Viktorya tarzı büyük malikanenin içinde Conway soyadının geçmişinin karanlık anahtarları yatmaktadır: intiharlar, garip kaybolmalar, voodoo ayinleri ve cinayet söylentileriyle dolu kanlı bir geçmiş. Conway'ler bir kere ortaya çıktığında yaşayan her ruhu sindirmekle tehdit eden bu sırlardan habersizlerdir. Conway ismini taşıyan her nesli cehennemin derinliklerinden gelen bir hesaplaşma günü beklemektedir.
Kitabın başlangıcında tüm bu olanlarını nedeni başka insanlar gibi durmaktadır, aslında olanların tek nedeni Ted Conway'dir. Bunu da okuyucular kitabın sonunda anladığı için kitap sürükleyici ve muhteşem bir anlatıma sahiptir. Kitaptaki merak duygusu insanların ilgisini ayak tutmayı başarmış, bu yüzden de yoğun bir okuyucu kitlesi elde etmiştir. Kitapta hiçbir eksik taraf olmamasına karşın, yazarın sadece iki kitabının olması aslında üzücü bir durumdur. John Saul, Stephen King'le aynı temaları işlemiştir, fakat bana göre King'den çok daha başarılıdır. Yeni yayınlanacak kitaplarını büyük bir sabırsızlıkla bekliyorum.

12 Kasım 2010 Cuma

SİL BAŞTAN (KEN GRIMWOOD)

  "Hayatınızı tekrar, tekrar ve tekrar yaşamak zorunda kalsaydınız..." İşte bu kitap bize bu sorunu cevabını vermeye çalışıyor. Sil Baştan; aslında biraz aşkı, biraz ölümü ele almış ve okuyucu da sonsuz bir merak uyandırmayı bu sayede başarmış. Yazar; akıcı bir dil kullanmış, fakat kitap ilk okunmaya başladığında kendini fazlaca tekrar ediyor gibi gözükebiliyor. Ancak, okudukça hiç de öyle olmadığını aksine merak duygusunun çok yüksek olduğu göze çarpan ilk detay oluyor.
  43 yaşındaki Jeff Winston hayatını tekrar tekrar yaşamak zorunda kalan insan.. Heyecanını yitirdiği evliliği ile geleceği olmayan işi arasında sıkışıp kalmıştır ve hiç beklenmedik bir anda ölüverir. Hayata tekrar gözlerini açtığında ise takvimler 1963 yılını göstermektedir. O sabah 18 yaşında üniversite yatakhanesinin duvarlarına bakarak uyanır. Herşey eskisi gibidir.. Tek bir fark dışında Jeff geleceği avucunun içi gibi bilmektedir. Yalnız bilmediği tek şey neden hayatını tekrar tekrar yaşamak zorundadır? Bu sorunun cevabı aslında kitabın gizli yerlerinde okuyucuya hissettirilmeden verilmiştir. Jeff tekrar yaşadığı bir hayatında kendi gibi hayatını tekrar yaşamak zorunda kalan Pamela diye biriyle tanışır. İşler bu tanışmayla değişir. Onlar kendilerini önceden bildikleri hayatta ki kötü giden olayları değiştirmeye adar. Ve en sonunda bunu yapamayacaklarını anladıklarında hayatlarını tekrar yaşamak zorunda kalmazlar.
  Bana göre kitap ciddi anlamda ilgi uyandıran, sıradışı ve oldukça sürükleyiciydi. Zaman kavramını ve doğasını irdeleyen bunu yaparken de biz insanların aslında zamanını ne kadar boş yere geçirdiğinin kısaca gösterimiydi. Son olarak, ben kitaptan etkilendim, size de okumanızı öneririm ve etkileneceğinizin de garantisini verebilirim.
 

5 Kasım 2010 Cuma

EN SON YÜREKLER ÖLÜR..

   En Son Yürekler Ölür; Canan Tan'ın aşkı, sevgiyi,ölümü ve organ naklini anlattığı kitabı... "Sen gözlerinden ateş saçarak, zehirli oklarını bana yöneltirken, ben sana aşık oldum Nehir." "Sen, tüm şatafatlı tanımlardan sıyrılıp en doğal halinle yaramazlık yapan çocuklar gibi boynunu bükmüş bağışlanmayı beklerken, ben sana aşık oldum Deniz." Aslında bana göre bu cümleler kitabı özetleyen en güzel yazılar..
  Kitap kısaca; Nehir ve Deniz'in aşkını konu alıyor, birbirlerini gördükleri ilk anda birbirine aşık olan ve kısa süre de evlenen; fakat mutlulukları kısa süren iki insanı anlatıyor. Balayına çıktıkları gün kaza yapıp, Deniz'ini yitiren Nehir'i anlatıyor. Deniz bu kaza da yaşamını yitiriyor. Fakat organları Nehir'in sayesinde başka insanlar da hayat buluyor. Kitabın sonunda da Nehir Deniz'in kalbinin takıldığı Arda'ya aşık oluyor. Ve bize önemli olanın beden değil, kalp olduğunu hatırlatıyor.
  Kitap tek başına düşünüldüğünde güzel ve ilgi çekici, fakat ben Canan Tan'ın "Piraye" ve "Yüreğim Seni Çok Sevdi" gibi eserlerini de okuduğumdan bu kitabın dili ve diğer kitapların dili birbirine oldukça benzer özellikler taşıyor. Ayrıca; sadece dil olarak değil, içerik olarak da bu eserler birbirine oldukça yakın..Bu yüzden yazar bu konu da zaman zaman eleştiri alabiliyor. Bunun dışında kitap aşkı, sevgiyi, ölümü, hüznü ve mutluluğu bir arada yansıttığı için bana göre başarılı bir eser. Son olarak; Canan Tan daha yaratıcı kitaplar yazarsa, ben çok daha başarılı olacağını ve daha az eleştiriye maruz kalacağını düşünüyorum.

29 Ekim 2010 Cuma

YALNIZLIK KEDERİ FAZIL SAY

   Fazıl Say; dünyanın dört bir yanında yüzlerce konser veren, sayısız ödül kazanan, eğitmenlik yapan, yaşayan en ünlü piyanistlerden biridir. Mozart, Beethoven, Haydn, Bach gibi bestecilerin eserlerini yorumladığı sıra dışı performansları bir yana, yaşadığı toprakların müziğinden ve kültüründen esinlendiği oratoryaları ve konçertolarıyla da dünya klasik müzik repertuarında yer edinmiş bir dünya sanatçısıdır.
   Yalnızlık Kederi; "hakımı klasik müzikle tanıştırmak zorundayım" diyen Fazıl Say'ın yazdıklarını bir araya getiriyor. Bu kitabında Say ilgilendiği çeşitli konuları dile getirmiş. Tabi öncelikli olarak müzikten, sonrasındaysa politikadan, yarınlara duyduğu endişeden, sanatçı olmanın zorluklarından bahsetmiş. Tamamen içinden gelen duyguları yazmış, kimseden korkmadan, onların ne söyleyeceğini düşünmeden, hayata dair satırları biz okuyuculara aktarmış. Kimi zaman Darwin sansürüne, kimi zaman yerelseçimlere, kimi zaman haksızlığa uğrayan ülke sanatçılarına, kimi zamanda kalbindeki gizli köşelere değinmiş.
     Yalnızlık Kederi gerçekten etkilendiğim bir kitap olarak kütüphanemdeki yerini aldı. Bunun yanı sıra; bu kitabı okuduktan sonra bir de Fazıl Say'ı piyona başında izledikten, onun piyona ile bir bütün haline gelişini gördükten sonra Say'dan etkilenmemenin imkansız olduğunu anladım. Onun kendi görüşlerini anlattığı bu kitabını okumanızı ve O'nu piyona başında izlemenizi kesinlikle tavsiye ederim. Çünkü; bunu yapmazsanız hayatınızda bir yerleri eksik kalabilir..

22 Ekim 2010 Cuma

EJDERHA DÖVMELİ KIZ

  Ejderha Dövmeli Kız son zamanlarda çok fazla ilgi gören bir kitap.. Yazarı Stıeg Larsson malesef kitabının bu başarısını kendisi görememiş, bu kitabın devamı olan üçüncü seriyi yazarken hayatını kaybetmiş.Kitapta kısaca; Mikael Blomkvist, Millennium dergisinde çalışan fakat büyük bir iftira atılarak işinden olan başarılı bir gazeticidir. Lisbeth Salander geçmişi sorunlarla dolu bir kızdır. Henrik Vanger de koybolan yeğeni Harriet Vanger'i bulmak isteyen kişidir. Henrik Mikael ile küçük bir anlaşma yapar ve ondan yeğenini bulmasına yardımcı olmasını ister, bu işte Mikael'a yardımcı olacak diğer bir kişi de Lisbeth'tir. Ellerinde bulunan bir çok belgeyi inceledikten sonra Harriet' e ulaşırlar, Harriet'in öldürülmekten korktuğu için kırk yıldır kayıp olduğu anlaşılır. Ve onu öldürmeyi planlayan kişinin onun kuzeni Martin olduğu anlaşılır.
   Kitap kesinlikle muhteşem.. Çok sürükleyici bir kitap.. Fakat kitabın isminin "Ejderha Dövmeli Kız" olması bana yanlış geldi. Çünkü; isim bu olunca insan kitabın Lisbeth Salander'in etrafında geçeceğini tahmin ediyor, bu dövmeye sahip olan kişi O. Fakat; kitapta Salander'den çok az bahsediliyor. Bu yüzden ben kitaba daha ilgi çekici bir isim koyulabileceğini düşünüyorum. Bu ayrıntının dışında kitap kesinlikle muhteşem bir kitaptı. Okumanızı öneririm..
  Son olarak şunu da eklemeliyim kitabın filmi de çıktı fakat film bana kitaptan aldığım lezzeti vermedi. Bu yüzden izlemek yerine okumak kesinlikle daha iyi bir fikir gibi görünüyor.